6. Hayatınızda ve üslubunuzda aşk anahtar bir kavram. Sizce önemli olan sürekli aşk halinde yaşamak mı, yoksa eylem ve tecrübelerimizde aşkı tadabilmek mi?
Şöyle; Rabbül Alemin Hz. Peygamberi sevdiği için kainatı yarattı. Yani kâinatın yaratılışındaki sebep aşktır. Allah ilk kulu ve ilk peygamberi olarak Resulünün ruhunu yarattı. Ona duyduğu aşk sayesinde de, bizler bu maceranın birer şahidi haline geldik. Yani varlığın başlangıcında ve bence sonunda da aşk var. Dolayısıyla biz de, bu maceranın bu gün yaşayan birer parçası olarak, aşkı çok iyi anlamak mecburiyetindeyiz. Ben kendim için şöyle bir tabir kullanırım “Zümrüd-ü Ankasıyım aşkın” yani “Ben hep yanarım, kül olurum fakat küllerimden yeniden doğarım”. Bu süreç benim hayatımda çok defa yaşamış olduğum bir tecrübedir. Bu sadece karşı cinsten olan bir insana duyulan cazibe değil, elbette ki o da önemli. Çünkü insanın insana aşkı, bir kadının erkeğe aşkı veya bir erkeğin bir kadına aşkı önemli, bu sayede varlık devam ediyor. O açıdan ben aşka çok büyük saygı duyarım. Evliliklerin mutlaka aşk üzerine kurulması gerektiğini düşünürüm. Gerçi denir ki, aşkın kötüsü üç ay, iyisi üç yıl sürer. Yani bu tür aşk ila nihaye devam edemiyor. Ruhumuz bu gerginliği ila nihaye taşıyamıyor. Zaten çok defa suküt-u hayaller aşk duygusunun gevşemesine, sönmesine, yok olmasına yol açıyor. Âşık olmaya layık kaç kişiye rastlarsınız ve sizin âşık olma kapasiteniz nedir? Buna bağlı olarak tabii aşk olayı gerçekleşmiyor. Âşık oldum diyen herkes gerçekte âşık olmuş olmuyor. Hz. Mevlana, aşk nedir diye sorulunca “Ben ol da bil!” diyor. Aşkın ne olduğunu ancak çok yüksek ruhlar, gerçek manasına yakın olarak bilebilirler. Dolayısıyla aşk, çok hayati bir haldir amma herkese nasip olmaz. Aşk’ın içimizden yükselen bir mecburiyet olduğunu sanıyorum. Yani biz âşık olmuyoruz, biz aşka mecbur ediliyoruz. Sonra aşkın kapsamını dar tutmamak lazım her şeye ve herkese âşık olunabilir.
Burada size çok yakın zaman önce yaşadığım bir tecrübeyi anlatacağım. Çok basit bir tecrübe gibi gözükebilir ama benim için çok anlamlı. Üç yıl önce ben, sitemizin kapısına gelmiş ya da getirilmiş iki-üç aylık kara bir kedi yavrusunu evime aldım. Adını kadife koyduk. Kadife kısa sürede kendini sevdirdi, evimizin bir ferdi gibi oldu. Dışarıdan gelince nerde olsa, koşar beni karşılar, yerlere yatıp “Hoş geldin, ben de seni bekliyordum” dercesine sevincini izhar edip kendini sevdirirdi. Banyoda musluğun kenarına sıçrar, iki avucumu kapatarak yaptığım havuzdan su içerdi. Kısa sürede büyüdü, onu bir ev kedisi ile evlendirdim. Dört yavrusu oldu onlara mükemmel bir annelik yaptı. Velhasıl üç yıl göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Kadife’ye bir insana hürmet eder gibi saygı ve sevgi gösterdim. Çünkü o da benim gibi Allah’ın bir eseri idi ve zekasıyla, edvarıyla gerçekten içimde saygı duygusu yaratıyordu. Kuşeyri Risale’sinde mi anlatılıyordu? Bir derviş bir gün yolun kenarında yatan bir köpeğe lisan-ı hal ile soruyor: “Seninle benim aramda ne fark var? diye. Köpek de lisan-ı hal ile cevap veriyor: “Bir fark yok. Cenab-ı Hak seni insan suretinde yaratmış, beni de köpek suretinde. O kadar.” Kadifeye her bakışımda bunu hissederdim. Hayvan deyip geçmemeli. Tam tersine durup, onlar üzerinde de düşünmeli. Kadife’ye tek bir fiske bile atmadım. Sevilmek istediği her zaman sevdim. Kucağımdan kaldırmam gerektiğinde “Çok afedersin Kadife’ciğim” diye onu şefkatle uyandırıp, kalktığım yere bıraktım. Aşk dediniz ya, kadife ile aramızdaki yakınlık, belki de bir insanla bir hayvan arasındaki bağlılığın en üst seviyesinde idi. Hatta insanlara karşı olan ilişkilerimde hatalarım olmuş olabilir. Ama yarın huzur-u mahşerde, Kadife için “Sen bu mahlûkuma nasıl muamele ettin?” diye sorulursa, Kadife’nin, “Beş yıldızlı on” yazılı bir pankart çıkartacağından emin olduğumu söyleyerek dostlarımı güldürürüm.
-Hocam, kediniz için sevginin yanında saygı kelimesini de kullandınız. Çok hoşumuza gitti.
Evet, kedime saygım vardı. Çünkü onu Allah yaratmıştı. Ve ben onun kalbinin attığını duyduğumda: Kadifeciğim, Cenabı Hak sana ne güzel bir kalp vermiş bak, tıkır tıkır atıyor seni yaşatıyor diye onu severken, aslında onun kalbini attıran Cenabı Hakkı seviyordum. İnsan örneğinden çok basit bir örneğe indiriyorum konuyu. Bir kedide bile Cenabı Hakkın yaratışının, var edişinin güzelliğini hissedip, o hayvandan hareketle Rabbül Âlemine olan aşkım büyüyordu. İnsan ilişkileri de böyle, insan en üstün mahlûk olduğu için onu yaratmış olan Allah’a O insanın harikuladeliklerini gördükçe, Ya Rabbi! Bu kulunu ne güzel yaratmışsın diye, onun aşkının üzerinden bir perende atarak, Cenabı Hakkın huzuruna ve yaratıcılığının ihtişamına varmak söz konusu. Aşk bu bakımdan çok iyi bir öğretmendir. Bütün hayat sürecini aşk halinde yaşamamız lazım. Dolayısıyla aşk, hep kalınması ya da varılması gereken bir idrak zirvesidir.
Bir akşam güneşinin batışını gördüğümüz zaman kâinattaki renk şehrayinini görmek kâinatın güzelliğine âşık olmamıza yol açacaktır. Bu da tabii ki, bütün bu renk ve ışık güzelliğini bizim gözlerimiz aracılığı ile idrakimize indirten Rabbül Âlemine olan hayranlığımızı arttıracaktır.
7. Hocam dua, namaz, oruç ve hac gibi ibadetleri muhteşem derinlikte ve yaşadığınız zenginleştirici deneyimlerle izah ediyorsunuz. Aynı bakış açısıyla bir de nefis mertebelerine değinir misiniz?
Nefsin yedi mertebesi var, diyor büyükler. En son mertebe safiyye mertebesi ise ruhun başlangıcıdır. O ilk altı basamak, adım adım aşılması gereken mertebelerdir. Amaç safiyyeye ulaşmaktır. Safiyye işte asıl saf ruhumuz. Yani bedene hapsolmuş olan nefsimizin, kademe kademe pişerek, kademe kademe korlara yanarak, nar iken nur olmasıdır. Nefs o altı mertebe sonunda öyle bir yanarak yok olacaktır ve mahiyetini değiştirecektir ki, son mertebe olan safiyyeye gelecektir. O da ölümsüz olan ruhtur. O hale geldiğiniz zaman, zaten ölmeden önce ölmüş oluyorsunuz. Ve nefsin mertebelerini geride bırakarak ölümsüz olan ruhunuzu keşfetmiş bulunuyorsunuz.
Yani nefisten ruha gelmiş olacaksınız. Tabakaları geçerek sonunda geldiğiniz hal asıl ruh halidir. O da ölümsüz olan ruhtur. Narın nur olma hali ruh. Yani bedene hapsolmuş olan ruhumuzun adı nefistir. Tabakaları geçerek gelmiş olduğumuz hal ölümsüz ruha ulaşmadır. Allah herkese nasip etsin. İnşallah bizler de buna dâhil oluruz. Ama pek çok insan kendindeki o ölümsüzlüğü keşfetmeden, o alt nefis mertebelerinde kalarak ahirete intikal ediyor ki, zaten bizatihi oralarda bulunmak cehennemin ta kendisi.
8. Zihinleri korunmuş nesiller yetişirebilmek için, bilhassa hanımların da zihinlerini korumayı bilmeleri gerekli diye düşünüyoruz. Bu amaca ulaşabilmek için bize neler tavsiye edersiniz?
Bakın benim mail adresim yok, mail kullanmıyorum. (Aslında burada hocamız, bilgisayar karşısında çok zaman tüketmediğini ima ediyor.) Evim dubleks, dört sene önce kızım üniversiteye girdiği zaman üst katı kızıma verdim. O yukarı çıkalı, benim elim bir kere dahi televizyonu açmadı. Televizyonda fikirlerine çok önem verdiğim büyüklerimin, dostlarımın konuşmaları olduğu zaman, onun saatini öğrenirim, sadece o saatte açarım. Elimde kalemim, defterim olur not alırım, ders dinler gibi dinlerim. Geçenlerde bir arkadaşım içinde 1500 tane çok seçkin film olan bir hard disk verdi. Benim kültürümü arttıracak, belki de beni irfana götürecek filmlerdi, fakat nasıl oldu bilmiyorum. Bir elektrik yüklemesiyle yarıdan fazlası silindi. Arkadaşım buna çok üzüldü. Ben ona hiç üzülme, çünkü Cenab-ı Hak benim sinema seyrederek, film seyrederek vakit kaybetmeme izin vermiyor dedim.
Nefeslerimizin sayılı olduğunu unutuyoruz, kendimizi zaman-üstü sanıyoruz. Hâlbuki ne kadar faniyiz. Benim ahretteki tanıdıklarımın sayısı, dünyadaki tanıdıklarımın sayısından fazla. Son nefesimi ne zaman vereceğimi Allah biliyor, ama hiç birimizin elinde zamandan başka sermaye yok. Bu her gün biraz daha azalan sermayenin kıymetini çok iyi bilmemiz, onu çok anlamlı bir şekilde kullanmamız lazım. O’nu kendimizi, başka insanları, başka mahlukatı tanımak, keşfetmek, bilmek için harcamamız ve her halükarda Allah’ın rızasını kazanmak için sarfetmemiz lazım.
Hocam, bu güzel ve bereketli söyleşimizi sizin bir duanız ile bitirsek.
Rabbim, bizi nefsimize bırakma. Bizi sana layık kullar, Habib’ine layık bir ümmet eyle. Senin ve bütün mahlûkatının bizden hoşnut ve razı olmasını nasip eyle. İdrakimizi kapatan perdeleri aç ve bizim hem kendi kendisiyle, hem başkaları ile barışık olan hayırlı kulların arasına dâhil olmamızı nasip eyle.
Hocam, kıymetli vaktinizden bize ayırıp, bizlerde farkındalık oluşturan, değerli deneyim ve tespitlerinizi okuyucularımızla samimi bir şekilde paylaştığınız için, çok teşekkür ederiz.
Röp: Hatice Sedef ERGÜL