RÜYA FARKINDALIĞI: ERDEM’İN RÜYASI!

Gecenin sessizliğinde herkes derin bir uykuya dalmıştı.  Canan Hanım küçük oğlu Erdemin ağlama sesiyle uyandı. Sabahın seherinde içini bir hüzün kapladı. Erdem hiç ağlayarak uyanmazdı.  Çünkü sevgi dolu, cıvıl cıvıl, her daim bulunduğu ortamı neşelendiren bir çocuktu.

Canan Hanım telaşla Erdemin odasına koştu.  Erdem yatağının içine oturmuş, ellerini yüzüne kapatmış hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Onu hemen kucağına aldı, göğsüne bastırarak sevgi sözcükleri söyledi.  Neden ağladığını sormak için biraz sakinleşmesini bekledi.  Ama Erdem hiç sakinleşecek gibi değildi.

Annesi bir taraftan başını okşarken, bir taraftan da “ çok mu korktun? Bak ben buradayım, hepsi geçti” dedi. Erdem;  hiç beklenmedik bir şekilde sustu ve “hayır hiç korkmadım, sadece üzüldüm” dedi.  Sonra kaldığı yerden ağlamaya devam etti.

Annesi: “Ya, demek çok üzüldün. Bende bunun ne olduğunu bilsem üzülür müyüm acaba?” der demez aynı kararlılıkla “ tabii ki üzülürsün. Benim minik civcivlerimi bir kedi kovalıyordu.” Dedi.

Canan Hanım meseleyi anlamıştı. Yazın köye gidince babaları çocuklarda hayvan sevgisi, şefkati oluşsun, onlardan korkmasınlar diye çocuklara iki tane civciv almış bakım ve korunmalarını tamamen çocukların üzerine bırakmıştı. Çocuklarda büyük bir zevkle civcivlerle ilgilenmişler yemlerini ellerinden yedirip, sularını ona ayırdıkları bir bardaktan içirmişlerdi.

Civcivler sanki aileden biri gibi olmuştu. Çocuklar civcivlerle aralarında ilgi, sevgi ve şefkatten doğan duygularla çok güzel bir dil geliştirmişler, gerçek bir dost gibi anlaşıyorlardı. Tatil bitip köyden dönerken de onları anneannelerine ve dedelerine emanet etmişlerdi.

İlk günlerde sürekli dedelerini arayıp civcivleri sorarken, zaman geçtikçe yokluğuna alışmaya başlamışlardı. Aslında Canan Hanım bu durumdan pek memnundu. Çünkü küçük yaşta çocuklarının sevdiği, bağlandığı bir şeyden uzak kalmaları, onu özleme ve sevdiklerinden ayrı kalma gibi insani duyguları tanımaları ve bu duygularla baş edebilmeyi öğrenmeleri hoşuna gidiyordu. Bu onları hayatta daha güçlü, kendilerinden emin, duygularını tanıyan, onları kontrol edebilen bireyler olmalarını sağlayacaktı.

Annesi Erdemin başını okşayarak “ hadi rüyanı baştan anlat” dedi. Erdem gözyaşlarını silerek başladı rüyasını anlatmaya. “ Benim minik civcivlerimi kocaman bir kedi kovalıyordu. Ben de onu kovaladım ama yetişemedim. Civcivlerimi önüne alıp kaçıp gitti. Sonra biri eve geri döndü, diğeri gelmedi. Dönsün diye çok bekledim. Geri gelen civcivim de aksayarak yürüyordu.”

“Peki, sabah olsun dedeni arayıp sorarız. Eminim onlar çok iyidir. Çünkü sen onlara iyi baktın, onlar kocaman oldular ve kendilerini korumayı öğrendiler.” dedi Canan hanım. Rüya hakkında fazla yorum yapmamaya özen göstererek. Böylelikle sakinleşen Erdem tekrar uykuya daldı.

Canan Hanım sabah erkenden civcivler hakkında bilgi aldı. Gerçekten de onlardan biri kayıptı, diğerinin de ayağı kırılmıştı. Ama kimsenin bunun nasıl olduğundan haberi olmadığı gibi, en ufak bir fikri bile yoktu. Dedeleri zaten onlara duyurmadan yeni bir civciv almıştı. Canan hanım, annesine çocuklara bu konuda bir şey söylememesini tembih ederek telefonu kapatır. Rüyanın gerçek olması onu hem heyecanlandırır, hem çok şaşırtır. Rüyaya yüklenecek anlam gerçek olacaktır.

Hocalarının rüyalarla ilgili yaptığı dersten beri rüyalara önem verir, özellikle çocuklarının rüyalarını kaleme alırdı. Efendimiz de, rüyaların önemini anlatmak için sahabelerine  “rüyalarınızı bana anlatın”, bir başka hadiste de “rüyalarınızı hayra yorun” dememiş miydi? Aslında yaşam rüya içinde rüya değil midir? Yalnız akılla sınır çizmişiz yaşama, ruhun özgürlüğünü almışız elinden, o da rüyaya mı sığınmış bilinmez. Ruh rüya görmez onu yaşar, o dupduru görür,  dupduru duyar ve dupduru bir hayat sunar. Yaşamını sadeleştirerek rüyalarını sadeleştirebilenlere. O aklın onayından kurtuldukça, sezginin berraklığında yol alır. Aynı, bir çocuğun yaşam sadeliğinde olduğu gibi. O, oturduğu koltuğun kalitesine, kullandığı çatal bıçağın markasına, vitrindeki takımın kristal olup olmadığına bakmaz. Onun için önemli olan sadece sevgi kaynaklarıdır. Ve o kaynaktan ne kadar beslenebildiği.

Yine çocukça bir farkındalık düştü bize, çocukça sevebilmek, çocukça beslenebilmek. Ve bir anneden beslenir gibi, o kaynaktan beslenebilmek. Ve hayatın bu yakasındayken, arındırılmış ruhun bu yol göstericiliğinden yararlanabilmek. Aklın sınırlarına dayanıldığında, işler içinden çıkılmaz hal aldığında, niyetler doğru ve olumluya yönlendirilerek, düşünceler kuluçkaya yatırılır ve ruhun engin sezgilerinden yararlanılır. Kitaplara yazılamayan, terazilerle tartılamayan haberi verilmiş, bilgisi verilmemiş ilme ondan kapılar açılır.

Daha ne çok şey anlatmıştı hocası, hatırladıkça ufku genişliyordu. Üç kıtaya hükmeden Osmanlı İmparatorluğunun hikâyesi bir rüya ile yazılırken, Halifeliğin Osmanlılara geçişini sağlayan Mısır seferi Yavuz Sultan Selim’in bir rüyası ile başlar. Tarık Bin Ziyad’ın rüyası ise Endülüs’te efsanevi bir medeniyetin ortaya çıkmasını sağlar. Bugün ünlü bir Fransız fizikçisi “Endülüs kütüphanelerinden kalan 30 kitapla atomu parçaladık, o kütüphaneleri yakmasaydık, bugün galaksiler arasında seyahat ediyor olacaktık” diyerek, belki de çağın itirafını yapar. Said Halim Paşa ile ilgili anlatılanları da hatırladı. Belki aynı yöntemle “bu rüyayı beynimden silmek istiyorum, unutmak istiyorum”  diyen Erdemi rüyanın etkisinden kurtarabilirim diye düşündü.

Sanki hocası bu yaşanmış hikâyeyi bu günleri görerek anlatmıştı. Eskiden çocukları, hayatı yaşamın içinde öğrenmeleri için esnafın yanına çırak olarak vermek adettenmiş.  Küçük Said Halim’i de babası bir bilgenin yanına verir. Hayatı öğrensin, insan ilişkileri ilmine vakıf olsun diye. Buraya ara sıra genç bir sokak satıcısı gelir, bilgeden nasihatler alır ona da incik boncuk satarmış. Satıcı bir haftada iki kere gelince bilge çok kızmış. Yeter artık “ev senden aldığım inci, boncukla doldu” diyerek onunla görüşmek istememiş. Satıcı “ bu sefer sana bir şey satmaya gelmedim, bir rüya gördüm onu anlatmaya geldim” diyerek çok ısrar etmiş.

Bilge: “o zaman gel içeri” der demez, satıcı heyecanla başlamış rüyayı anlatmaya. Bilge sakin bir şekilde rüyayı dinler. Bitirince: “bu gün senden kalem, sakız ya da başka bir şey almayacağım ama şu yanımda ki çocuğa istersen bir haftalığı karşılığında rüyanı satabilirsin” der. Haftalığın ne kadar olduğunu soran satıcı, bir gümüş mecidiye olduğunu öğrenince rüyasını hemen o çocuğa satar. Çünkü diğer satışlarından ancak birkaç kuruş kazanabilmektedir.

Bilge, Said’in haftalığını ondan alıp satıcıya teslim ederken; “ buradakilerin huzurunda rüyanı şu küçük çocuğa sattın mı ?” diye sorar. O da “sattım” der. Bilge: “bizler de senin rüyanı şu küçük çocuğa sattığına şahitlik ederiz” diyerek satıcıyı yollar. Said haftalığını kaptırdığına çok üzülür, başlar ağlamaya. Bilge: “sus çocuk daha sen ne aldığını bilmiyorsun” diyerek onu teselli eder. Said: “ne mi aldım? Bak hiçbir şey” diyerek cevap verir.

Bilge: “Bak oğlum bu rüya sokak satıcısını Sadrazam  (başbakan) yapacaktı. Ben sana işte onu satın aldım. Çünkü sen daha iyi karakterli ve eğitimlisin bu işi ondan daha iyi yaparsın, ileride Sadrazam olacaksın hadi şimdiden tebrik ederim” diyerek ona açıklama yapar.

O çocuk gerçekten de ileride bir Sadrazam olacak olan Said Halim Paşadır. Arkadaşlarına ve yakın çevresine, “ben sadrazamlığı bir gümüş mecidiyeye satın aldım” diyerek, o olayı sık sık hatırladığı anlatılır.

Yeni uyanan ve hala mızmızlanan Erdem’i annesi yanına çağırır. “İstersen beyninden silmek istediğin şu rüyayı ağabeyine satalım sen de kurtul”  der.  Bunun üzerine Erdem “o zaman civcivlerim gerimi gelecek?” diye sorar. Annesi tabii ki Çünkü o rüya artık ağabeyinin olacak der. Atletizmle uğraşan ağabeyi Ertan, sabah antrenmanından yeni dönmektedir, henüz olanlardan haberi yoktur. Daha içeri girer girmez annesi: “oğlum; kardeşin bugün bir rüya görmüş, çok etkilenmiş anlaşılan birazda korkmuş, sen onun bu rüyasını satın alırsan hem kardeşin rahatlayacak, hem de senin ileride gerçek olacağını bildiğin bir rüyan olacak” dedi. Ertan bunu yine kardeşi için yaptıkları bir oyun sandı. Çünkü zaman zaman onu eğlendirmek ve anlayışını güçlendirmek için annesiyle babasıyla ona kendi yazdığı basit tiyatro oyunu oynarlardı.

Ertan tabi alırım, ama önce rüyayı dinlemem lazım dedi. Erdem rüyayı baştan sona bir kere de ağabeyine anlattı. Bu üçüncü anlatışıydı, babası da onu çok dikkatli dinlemişti. Bu da Erdemi daha da rahatlatmıştı. Annesi; Ertan’a rüyaya yüklenecek mananın gerçek olacağını ifade eder. Bunun üzerine tamam der ağabeyi; “rüyayı alıyorum. Peki karşılığında ne istersin.” Erdem hiç düşünmeden “kocaman bir çikolata isterim” dedi. Ertan o gün antremanlarda gösterdiği çabası için hocasının kendine verdiği çikolatayı çantasından alıp kardeşine verir vermez, annesi geleceğin şampiyonunu tebrik etmek için ona çoktan sarılmıştı bile.

Ertan şampiyonluk kupasını kaldırdığında, aradan sadece üç yıl geçmişti.

Kim bilir kaç çocuğumuz rüyasıyla birlikte unutulurken, nice şampiyonluk kupaları, nice yetenekler ya da gelecekler kaybedildi!

Hatice sedef ERGÜL

“RÜYA FARKINDALIĞI: ERDEM’İN RÜYASI!” için 2 yanıt

  1. Harika bir hikaye,hiçbir şey boş değil.Bende kendimce yasadığım olayların(özellikle sıkıntı zamanlarında)beni gelecekte yaşanacaklara hazırladığını düşünür öyle rahatlatırım kendimi.Teslim olmak,olabilmek Alemlerin Rabbine…Lûtfunda hoş kahrında hoş diyebilmek.Rabbim lûtfuyla muamele eylesin inşaallah.Kaleminize kuvvet:))Selam ve dua ile…

  2. sevgili hatice hanım

    yazınızı okuduğumda idrakimde parlayan şimşeklerden gözlerim kamaştı

    çocuk eğitiminde tarih bilincine,ruh ve akıl ilişkisinden motivasyona…pekçok konu beni ayrı ayrı esintilerle tatlı bir seyahat yaptırdı

    her parağrafında birbirinden zengin pekçok konunun beslendiği yazınızdan benım damağımda lezzet bırakan bölümlerin bazıları şöyle:

    erdemi sakinleştirmek için gösterilen önce sevgi sonra zaman tanıma yöntemi ve sonra ne hissettiğini kendi anlatsın için verilen fırsat korkmuşmu üzülmüşmü sonra sıkbogaz etmeden olayı öğrenme girişimi annenin … yavrusunu sarıpsarmalamış bir anne ve bende üzülürmüyüm ögrenirsem sorusu ne kadar sıcak ne kadar yumuşak bir soru anne kucagı gibi yumuşacık

    çocuklara merhamet ve sorumluluk duygularının veriliş biçimi hayvan sevgisi, sevdiginden ayrı kalma ve bununla başedebilme yeteneğinin kazandırılması için uygulanan yöntemler ,halen bazı şehirlerimizde uygulanan usta çırak ilişkileri ve bu ilşkilerde edinilen kazanımlar bana işte eğitim bu dedirtti

    osmanlıdan ve endülüsden bahsettiğiniz bölümlerse benim için anlatılan konunun yaşanmış delili isbatı mahiyetindeydi

    ertanın başarısında ise kendi gayret ve çalışmalarının yanısıra ailesinin ve hocasının sıcak ilgisi ve motivasyonu göze çarpıyor

    yazıyı okuyan arkadaşlardan birde bu gözle yazıyı okumaya edindikleri farkındalıkları bizimle paylaşmaya davet ediyorum

    dupduru bir hayat için hayatını sadeleştirip rüyalarını sadeleştirebilenlerden olmamız duası ile

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir