BU BİZİM HİKÂYEMİZ

         Bir varmış, bir yokmuş diye başlar hikâyeler. Ama bizim hikâyemiz öyle başlamamış. Zaman zaman içinde değilmiş. O zaman sadece ann varmış. Ne pire varmış ne tellal. Konuşma yeteneğimizden bile haberimiz yokmuş.  “Elestü bi Rabbiküm” nidası yankılanmış, ruhlar aleminde. Ve her bir can inci tanesi gibi saçılıvermiş yere. İşte böyle başlamış bizim hikayemiz.

         Ve ilk şaşkınlık, ilk heyecan, ilk aşk yaşanmış  bu hikayede. Ve ilk kullandığımız duyu olmuş kulağımız. Daha o günden dinlemek edep olmuş, haya olmuş, anlayış olmuş, sukut denmiş özüne. Söz gümüşse sukut altın olmuş.

İşte O Gün renklenmiş her şey, ve herkes bir renk kapmış kendine. En güzel çiçekler, güller, laleler kırmızıya boyanmış. Yeryüzü almış çiçekleri ve süsleyivermiş kendini. Adına da bahar demiş. Ve ardından diğer renkler dökülüvermiş yeryüzüne. Deniz ve gökyüzü göz kırparken uzaktan bir birine, maviyi alalım demişler sessizce. Mavi ahenk getirmiş, sükûnet getirmiş dünyaya. Ağaçlar salkım salkım yeşile koşmuş.Ve yeşil ilham olmuş toprağa “kara toprak” söylemini kapatmak için yeşerivermiş boydan boya, adına da çimen demiş. Ve bir gün sararıp solacağını hiç düşünmemiş, yeniden toprak olacağını.

         Artık bizim hikayemizde sıradan bir hikaye olmuş. Bir varmış, bir yokmuş. Elestte dostmuşuz, kabiliyetlerimizi farketmişçoşmuşuz. Bundan sonra sıradan şeyleri bahane edip hep kuralı bozmuşuz.

         Bu gün hala Kasiyon Dağına yağan yağmurlar Habil’in kanını temizlemeye çalışırken ve bizler hala kırmızıya boyarız çizdiğimiz her kalbi. Daha baştan mahkûm ederiz aşkı, hırçınlığa.

         Ve suskun çöl gecelerinde hala İsmail’in ağlama sesi, Hacer annemizin hervelesi  duyulur. Her kaktüs ağacında bir damla zemzem suyu, ve onun mor renginde gizli, ferahlığın muştusu.

         Bir bebeğin dudağının pembesi, bir atın turuncu yelesi, dorukların beyaz örtüsü, sanki masum bir gelinin duvak süsü. Vapurlar kıyıya yaklaşınca nara atar martılar, dalgaların köpüklerinde ne düşler, ne renkler coşar. Yakamozlar dans ederken kıyıda, ötelerde dolunay parlar. Ve buyurur sahabe: bir dolunaya baktım bir efendime, ay güneşten Efendim Elestten alıyordu nurunu, doyamadım…

İnsanın beynine üşüşür düşünceler, bir girdap misali seni içine çeker. Bir dost selamı, uzanan bir eldir, seni tutar. Paylaşılan bir simit, sıcacık bir çay dostluğun nişanesi, ülkemin insanının en güzel hikâyesi.

“Gökler ağlamayınca, yer gülmezmiş” der Mevlanamız. Gün geldi sağanak sağanak, gün geldi damla damla yağdı SEVGİ YAĞMURLARI. Gün oldu, son oldu, güldü toprak. Çocuk güldü, anne güldü, dünya güldü, evren güldü.

Bir sevgi kıvılcımıyla var oldu kainat. “Habibim sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım” nidası tüm yüreklerde yankılandı. Ve hepimiz buna şahit tutulduk.

Sevgi tohumları ilk yüreklere atıldı. Gün oldu fidan  oldu. SEVGİ FİDANLARI boy verdi, tomurcuk açtı bahar dallarında. SEVGİ TOMURCUKLARI meyveye durdu, kış demedi, yaz demedi, güz demedi hep meyve verdi. Toroslarda nazenin bir kardelen yeşerdi. SEVGİ KARDELENLERİ göz doldurdu güzellikleriyle, çiğdemler kıskandı inceliğini örnek oldu insanlığa edepleriyle. Bir damla aşk düştü suya, coştu pınarlar. SEVGİ PINARLARI oldu. Gelen geçene hayat oldu, İçene muhabbet oldu, dostluk oldu. İbrahim sofralarında dua oldu. Şiirler söylendi güzelliklerine, masallar yazıldı üzerlerine, hepsi bir SEVGİ MASALINA dönüştü. Leyla dendi, Mecnun dendi, zaman tünelinden nice SEVGİ KAHRAMANLARI gelip geçti. Hepsi bir yıldız oldu göklerde, hepsinden bir iz kaldı gönüllerde.

Yedi asır sürdü bir çınarın hikâyesi. O sadece Osman Gazinin rüyası değildi. Bir medeniyetin müjdesiydi. SEVGİ ÇINARLARI o günden bu güne boy verdi, soy verdi, tarihe yön verdi.

İlmi sardık, irfanı sardık, aşkı sardık yumak yumak. Hepsi birer SEVGİ YUMAKLARINA dönüştü. Sazımız oldu, sözümüz oldu, akılla, gönülü harmanlayan yüzümüz oldu.

 İkbal derki: asıl yolculuk “hamlıktan, olgunluğa yapılan yolculuktur”  Niceleri çıktı bu yolculuğa yarıda kaldı. Bu yol uzundur, menzili çoktur. İbrahim Ethem’in elinden tuttu bu yolda yunuslar. Gönül okyanusunda SEVGİ YUNUSLARI oldular.

Hepimizin vardır bir hikayesi. Hikaye bu ya! Kuşlarında varmış bir hikayesi. Kuşların kıralı ormana tellal çıkarmış. Bütün kuşları sarayına davet etmiş. Amacı en güzel ve en renkli kuşu seçecekmiş. Her kuş kendine bir renk seçmiş. Kimisi mavi, kimisi yeşil. Kimisi beyaz, kimisi sarı. Karga çok hırs yapmış, en güzel ve en renkli  ben olmalıyım demiş. Ve tüm renkleri karıştırıp kendini boyayıvermiş. Daha ne oduğunu anlamadan kapkara bir renge bürünüvermiş. O gündür bu gündür adı kara karga kalmış.

Mevlanamız buyurur ki “Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.” Toprak  kendine sunulan her şeyi, büyük bir tevazu ile kabul etmiş ve saklamış. Bu alçak gönüllülüğü sayesinde kara toprak olmaktan çıkmış, yüzükleri süsleyen elmas olmuş der, İkbal.

Gün olmuş üzerinde her rengi barındıran bahar olmuş, gün olmuş sararıp solmuş ama kendini yenilemeyi başarmış. Tüm renkler onun karasında can bulmuş, bazen bir çocuğun başında renga renk çiçeklerden bir taç. Bazen en sadık yar olmuş insanoğluna. Bazen yağmurlu bir günde yedi renkli gökkuşağı. İnsanoğlu sevgi renkleri demiş buna. Ve insanlığın üzerine bir güneş gibi doğmuş,kendilerinde topladıkları tüm güzelliklerle SEVGİ RENKLERİ…

Aslında bu hepimizin hikayesi, insanlığın hikayesi ezelden- ebede. İnsan yaşadıkça yürek olacak. Ve minicik yüreklerde kocaman sevgiler. Bir sevgi kıvılcımı ile başlayan hikayemiz, SEVGİ DERYASINA dönüşür ve sürer gider…

Not: Sevgi okul öncesi eğitim kurumlarında, eğitim alan bütün öğrencilerimize hayatta başarılar diliyoruz.

Hatice Sedef ERGÜL

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir