Ezan Farkındalığım


Ezan; anne kokusundan sonra seni hayata bağlayan ilk duygu, ilk heyecan. Anne sesinden sonra kulağına gelen en güzel ses, en güzel nağme. Onun namesi bedeninin ahengi ile aynı. İşitsel bir uyanıştır manevi âleme. Sana ruhunu keşfettirir. Her daim onunla yaşadığını anlarsın. Dinlediğin tüm ezgilerde hep o uyanışı hatırlar, o ilk nağmeyi arar durursun.
O ilk ezanı hatırlamıyorum ama ezan farkındalığımı oluşturan o ilk hatıra, hala duygularımda sımsıcak, zihin gözümde capcanlı.

Çocukluk ramazanlarından biriydi, annem büyük bir iftar vermişti. Kadir gecesi karşılanacaktı. Yusuf ağabey bizim evin önüne çıkıp çok güzel bir ezan okumuştu. Benden biraz büyük çocuklar gülüşerek sağa sola kaçıştılar. Çok şaşırdım, gülecek ne vardı? Hem hiç evde ezan okunur muydu? Belki de gülmekte haklıydılar.
Çocukluk işte, anneme soruverdim “Camiden başka yerde hiç ezan okunur mu?” diye.
“Okunur” dedi annem.
“Çocuk doğduğu zaman onun kulağına okunur.
Dolu yağdığı zaman zarar ziyan vermeden kesilsin diye okunur.
Hasat zamanı harmanda okunur.
Bir de eskiden yayla ve sahil arasında konup göçerken konak yerlerinde okunurdu” dedi.
Eskiden Toroslarda yayla sahil arası göçebe yaşayan atalarım ve komşularımız, sonra hiçbir büyük şehirde rastlamadığım bir huzura, enerjiye ve dinginliğe sahipti.
Yine bir ezan sesiyle çocukluk hayallerimden uyandım. Danışmanlık merkezimizin yakınındaki camiden geliyordu. Bilmem kaçıncı dinleyişimdi ama her defasında karlı dağlardan esen serin rüzgârlar gibi içimi ürpertir, bir anlığına da olsa beni başka âlemlere sürüklerdi. Ve her defasında da dikkat kesilirdim orada bulunanlara, ezanın ne başladığını ne bittiğini fark etmezlerdi. Çünkü çoğunda ezan farkındalığı oluşmamıştı. Ezan onların his dünyasına girmemiş, ruh dünyasını okşamamış, duygu dünyalarını bir kez bile altüst etmemiş.
Burada Sahabeyi özellikle müezzinlerin piri Hz Bilal’i hatırlamamak ne mümkün. Medine semalarında Bilal’in sesi yankılanır. “allü ekber… allhü ekber…” halk sokağa dökülür, çoluk çocuk, kadın erkek camiye akın eder. Mahşeri bir hareketlilik. Sanki yeniden dirilir Medine halkı. Mahşeri bir heyecan. Ezan bitince halife halka sorar. “Ne oldu ki camiye bu kadar akın ettiniz?”
Gözyaşları içinde ahali cevap verir. “Bilal müezzin ise Efendimiz(sav) imamdır!… Resulümüz Ravza`dan kalktı da namaz kıldıracak sandık. O’nu görmek için akın ettik!…”
Efendimiz(sav) sadece Bilal’in okuduğu ezanlara imamlık yaparmış. Efendisinden sonra sadece iki kere ezan okur Bilal.. Biri ilk kıblemizin, mahzun Kudüs`ümüzün fethinde, diğeri yine rüyasında gördüğü âlemlerin efendisinin daveti ile geldiği Medine’de. İşte bu ezandır herkesi sokağa döken ve Bilal`in dizlerinin bağını çözen. Kimse dayanamaz, Bilal de ezanı bitiremez, gözyaşı sel olur akar. Ve en çok da Halife Ömer ağlar.
Efendisiyle sığındığı şehir Medine vatan olurken, şimdi yaşaması güç bir gurbettir. Her ezan onun için acı yüklü bir kervana dönüşürken, tek çareyi yeniden buraları terk etmekte bulur.
Bir ezan ki, insanı ötelere Medine’ye, Mekke’ye götürür.
Bir ezan ki, insana Kâbe karşısında kana kana zemzem içirir.
Bir ezan ki, insana ötelerden kimleri getirir.
Bir ezan ki, ruhunla dinlediğin zaman yeni bir hayatın kapılarını aralar.
Bir ezan ki, gönüllere ferahlık, yüreklere cesaret verir.
Bir ezan ki, insanı aşka sürgün eder.
Bir ezan ki, semaya kaldırır evrenle bir eder.
Bu birliğin farkında olup bu raksa ayak uydurabildiğimiz süre, gerçek yaradılışımıza uygun yaşıyoruz demektir. Bu farkındalığı gençlerde oluşturmak için zaman zaman onlarla bir aradayken onların ahengini, nağme ve raksını anlamaya çalışırım. Sevdikleri şarkıları, nağmeleri onlarla birlikte dinler, bende uyandırdıkları duygu ve düşünceleri onlarla paylaşırım. Onlara kendi nağmemi dinletmek için de fırsat kollarım. Ve ezan vaktidir başlar okunmaya. Sabah vakti saba makamında, öğle vakti: rast makamında, ikindi vakti: hicaz makamında, akşam vakti: segâh makamında, yatsı vakti: uşşak makamında dinlediğimden bahsederim. Her makamın tadını gönül damağımda hissetmeye, coşkusunu duygu dünyamda doya doya almaya çalışırım. Zihnimize, gönlümüze, ruhumuza bir sekinet gelir. Şehrin gürültüsünün, koşuşturmasının arasında bir türlü farkına varamadıkları duyguları hissederler.
Ezanım: Cesaretim, hüznüm, güvenim. Onunla göğsüm yeryüzü kadar geniş, başım yüce dağlara eş. Adını koyamadığım tadım, dinlemeye doyamadığım çağrım.
Şimdi girin duygu dünyanıza ve hepsini kâğıda dökün. Kimi hemen yazmaya başlar, kimi dinlemeye devam eder. Kimide ben anlatsam olmaz mı der, hepsi kabulümüzdür.
Bazılarına cenneti hatırlatır. Bazılarına cehennemi. Bazılarına annesinin nasihatini. Bazılarına ölümü. Bazıları hiçbir şey düşünemedim çok çabuk bitti, bazıları duygularımı ifade edecek kelimeleri bulamadım, bazıları da dinlemek hoşuma gitti, sadece dinledim der. Ercan da “tam yazacakken ezan bitiverdi hiçbir şey yazamadım” demişti.
Evet, gençler, ömür de bir ezan kadar kısa. Bir bakmışsınız ki siz daha yazacaklarınızı yazmadan, yapacaklarınıza daha başlamadan zaman gelmiş geçmiş.
Ne mutlu: iki ezan arası vaktin kıymetini bilene ve ezan vakti sükûnete erene.
Hatice Sedef ERGÜL

“Ezan Farkındalığım” için bir yanıt

  1. Ne mutlu: iki ezan arası vaktin kıymetini bilene ve ezan vakti sükûnete erene.

    insanin dünyadaki ömrüde iki ezan arasında,dogduğunda kulağına okunan ezan ve ölümüyle cenaze namazı için okunan ezan…

    babam:’sen doğduğunda herkes gülüyor sen ağlıyordun,öyle yaşaki öldüğünde herkes ağlarken sen gülesin’ derdi.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir