Ayşe hanım, mutfağın camından dışarıya bakarken çok şükür bahar geldi, dedi sessizce. O kış çok çetin geçmemişti. Ama havaların ısınması zaman almıştı. Kırmızı gelincikleri uzaktan uzağa severken, birden bahçeden gelen sesle irkildi. Anneee! Çabuk gel! diye kendi çocukları çağırıyordu. Ayşe hanım durdu… Sesi dinledi, acele etmeden. Sakin olmak hayat düsturlarından biriydi. Çünkü olanda hayır vardır diye düşünürdü, inancı gereği.
Çocukların ses tonlarında farklı bir heyecanı sezdi. Henüz 13 yaşında olan büyük oğlu, 4 yaşında olan küçük kardeşini parka götürmüştü. Balkondan parka baktı, ama görünmüyorlardı. Sesi duyan parktaki diğer anneler, sesin geldiği tarafa doğru koşuşturdular. Bu arada Ayşe Hanım da bahçeye çıktı. Çocuklar hala anne çabuk gel diye bağrışıyorlardı. O taraf biraz yokuştu. Ayşe hanımın hızı kesildi. Oyunlarını bırakan çocuklar da o tarafa koşuşturmaya başladılar. Bu telaş Ayşe hanıma geçen yıl kaydıraktan düşüp parmağını kıran Ali’yi hatırlattı. Annesinin söyledikleri onca zamandan sonra hala Ayşe hanımın kulaklarındaydı.
-Bak arkadaşlarına, onlara bir şey olmuyor, hep sen düşüyorsun! bu kaçıncı kaza? parmağını kırdın, ayağını burktun, bundan sonra nereni kıracaksın? Söyle! diye bağırıyordu. Hâlbuki Emine Hanım çocuklarına her anne gibi çok düşkündü. Onların başına kötü bir şey gelmesini asla istemezdi. Bundan sonra daha dikkatli olsun, kendini daha iyi korusun diye bunları söylüyordu. Ama çocuğunun beynini bundan sonra olacaklara programladığını bilmiyordu. Önceki kazaları hatırlatarak arasında bağ kuruyor, zinciri tamamlamasını istiyordu. Yani Emine Hanım çocuğunu bundan sonraki yapacağı kazaya programlıyor, Ali de onu zaman içinde hayata geçiriyordu. Aslında Ali’nin hiçbir suçu yoktu, hedef gösteren annesiydi. Aradan uzun zaman geçmeden zaten Ali kolunu da kırmıştı.
Nefes nefese kalan Ayşe Hanım aklından bunları geçirirken, komşularının ona seslendiklerini duydu.
-Sakin ol Ayşe Hanım! Korkulacak bir şey yok. Bir diğeri:
-Biz de korktuk! Bir şey var zannettik. Yılan mı gördüler, yoksa arı mı soktu diye endişe ettik.
Ayşe Hanım zaten sakindi, yalnız biraz hızlı yürümek onu nefes nefese bırakmıştı. Canan Hanım, “Komşum merak etme! Altı üstü küçücük bir çiçekmiş. Bir çiçek için bu kadar gürültü koparılmaz ki” dedi. Sonra çocuklara dönüp özellikle büyük olan Mehmet’e hitap ederek:
-Şu annenizin haline bakın yazık değil mi? Kan, ter içinde kaldı. Bu kadar yaygara yapacak ne vardı?
Çocuklar tedirgin olmuş, bütün bu söylenenlerden sonra onlar da heyecanlarını yitirmişlerdi. Büyük oğlu “Doğru, küçücük mavi bir çiçek sadece” dedi istemeye istemeye. Annesinin tepkisini merak ediyordu. Bunu annesi de fark etti. Şu anda çocuklarına vereceği tepki, onların hayatında iz bırakacaktı. Tarihte hep öyle olmamış mıydı? Fatih’in babası, Hacı Bayram Veli hazretlerine: “ Hocam İstanbul’un fethi bu fakire nasip olacak mı?” diye sorduğunda. O büyük Veli, Fatih’in babasına:
-İstanbul’un fethi şu beşikte yatan çocuğa nasip olacak! Diyerek, küçük yaşta hem Fatih Sultan Mehmet’e hedef göstermiş, hem de ailesinin Ona tam bir fatih gibi davranmasını ve yetiştirmesini sağlamamışmıydı?
Ayşe Hanım bunları düşünerek çocuklarının yanına vardı. Onlara “Çok merak ettim, sizin şu küçük mavi çiçeği” dedi. Küçük oğlu koştu annesine sarıldı. Ağabeyi eğilip annesine çiçeği gösterdi. Ayşe Hanım oğlunun başını okşayarak eğilip çiçeği incelemeye başladı. Fazla zaman geçmeden dönüp çocuklarına:
-Harikasınız benim küçük kaşiflerim! dedi. Herkes susmuş Ayşe Hanımı dinliyordu. Harika olan neydi? Kendisi de çok şaşırmıştı bu bir endemik bitkiydi. Burada ne işi vardı? Çünkü bu türler Toroslar’da yaşardı. Ayşe Hanım Biyologdu ve uzun bir süre endemik bitkilerle ilgilenmişti. Komşularına bunun ne anlama geldiğini anlattı. Mehmet koştu evden fotoğraf makinesini, cetvelini, not almak için kalem, defterini getirdi.
Önce titizlikle bitkinin boyunu ölçtüler. Rengini incelediler, hiç mavi çiçek görmemişlerdi. Sonra toprağa yakın yapraklarını ve taç yapraklarını incelediler. Mehmet gerekli notları aldı. Değişik açılardan fotoğrafını da çekti. Annesine dönüp:
-Biliyor musun anne küçük mavi çiçek hakkında biraz daha bilgi toplayıp, önümüzdeki yıl proje ödevi yapmayı düşünüyorum dedi.
Ayşe Hanım bir an hayalinde, oğlunun bilim adamı olduğunu ve ödül aldığını gördü. Bu onu biraz heyecanlandırmıştı. Sonra dönüp kendilerini dikkatle izleyen annelere ve çocuklarına gerçek bir bilim adamının hikâyesini anlattı.
Nobel ödülü alan bilim adamına spiker mikrofonu uzatır. Efendim ne zaman bilimle uğraşmaya karar verdiniz diye sorar? Bilim adamı “2,5 yaşında” diye cevap verir. Spiker çok şaşırır.
-Efendim anlayamadık, biraz bahseder misiniz?
Bilim adamı “Tam 2,5 yaşında idim. Buzdolabını açtım süt içmek isterken, sütü yere döktüm. O sırada annem geldi. Oğlum ne güzel bir süt göleti yapmışsın gel biraz oynayalım dedi. Biraz oynadıktan sonra annem elime bir sünger verdi. Hadi şimdide temizleyelim dedi. O küçük süt göletini süngerin yutması; beni olağanüstü şaşırttı ve heyecanlandırdı. Sonra bende bunun nasıl olduğuna dair büyük bir merak oluştu ve ben o merakın peşine düştüm. Önce kendi sorularımı bulup cevapladım. Bu gün sizin sorularınızı cevaplıyorum” dedi. Ayşe Hanım hikâyesini bitirdikten sonra, çocuklara ve annelerine dönerek:
-Şimdi ben çok merak ediyorum. Bu bitki ülkemizde sadece Toroslarda bulunur. Sizce Ankara da bir site bahçesine nasıl geldi? Herkes kendi cevabını bulsun, dedi. Hemen hararetli bir tartışma başladı. Kimisi “rüzgâr getirdi” kimisi “göçmen kuşlar getirdi” bir başkası, “belki bir meraklısı getirmiştir” dedi. Aslında bu doğruydu. Ayşe Hanım yazın çıktıkları Toros yaylalarından kendi elleriyle topladığı bitki tohumlarını, çocukların oyun alanlarından uzak bir köşeye serpiştirmişti. O tohumların filizlenip boy vermesi, aslında en çok onu heyecanlandırmıştı. Bu arada bastonuna tutuna tutuna gelen 80 yaşındaki Fatma Nine de tartışmaya gecikmeli de olsa katılır. Çocukların gülüşmeleri arasında son noktayı koyar:
-Hey güzel Allah’ım neye kadir değil ki? Ol deyiverir, her şey oluverir.
Hatice Sedef ERGÜL
Kendime ne çok kızdım,ben olsaydım diğer anneler gibi yapardım dedim.Beşparmaklardan getirip sonrada onu unutu verdiğim de oluyor.Hikayelerin hepside biraz daha gözümü,gönlümü aştı elinize,dilinize sağlık.